31 Ağustos 2015 Pazartesi

Sonra Bir Ev Boyadım Sana...

Kapısı mavi zili deniz diye devam eden Birsen Tezer şarkısıdır kendisi. Kimi dönemlerde şarkıların için boş gelir ya bir anlam taşımaz, haliyle içimizde de herhangi bir heyecan yaratmaz. Kimi zamanda ise serin bir yaz rüzgarı gibi içimizi rahatlatır, yaşama sevinci ile doldurur. Sanırım içimde bu sefer bu şarkıya karşı gelişecek şöyle bir şey vardı: Laz Müteahhit... Evet bu şarkıyı dinlememle birlikte içimdeki laz müteahhit kendini deşifre etti. Yeni bir duygu değil aslında. Daha önceden bir kaç ev inşa etmişliğim vardı ama şuanki konumuzdan ayrı hikayelerdi onlar. Ben de yine ve yeniden daha öncekiler gibi bir "acabalar" ile dolu olan yolculuğa koyuldum. Uzun süredir atıl durumda olan bir arsam vardı. Böyle genişçe, sahil kenarında. İnsanların en başta gidip yerleşmek için can atıp sonra sıkılıp terk ettiği bir yerde. Bence her şeye rağmen, kötü bir yer değildi. Sürekli gördüğümden biliyorum. Evet kimi zaman fırtınalı ama çoğu zaman sakin, huzur dolu bir yer. Kim bilir, belki de insanların kaçması fazla huzurlu olduğundan olabilir.
Neyse işin inşaat kısmına gelirsek, aynı resimdeki gibi kapısı mavi zili deniz olan bir ev yaptım kendimce. Önce taş ile ördüm duvarlarını yazın serin kışın sıcak olsun istedim. Gelen misafirin rahat etmesini istiyordum çünkü. İçine krem renkli bir şal koydum çok serin olursa sarılsın, üşümesin diye. Sıcak olunca serinlemek için açacağı pencerelerini maviye boyadım aynı deniz renginde. Kapalıyken bile baktığında sadece denizi görsün istedim. Boyasını bembeyaz yaptım içerisi hep aydınlık olsun sıkılmasın diye. Kendi ellerimle kedi resimli bir kupa da yaptım, denizin sesi ile mest olurken kahvesini yudumlayabilsin diye. İçine minderler, yastıklar koydum kahvesini rahat rahat yayıla yayıla içmesi için. Sonra beklemeye başladım evin sahibi gelip yerleşsin diye. Ancak ne gelen oldu ne de giden... Yinede her gün ev ilk yapıldığı gibi sıcacık, tertemiz dursun diye bıkmadan gidip temizlik yaptım. Duvarda her gün azimle oluşan örümcek ağlarını temizledim. Hiç kullanılmadığı halde is tutan ocağın bacasını temizleyip, etrafı güzelcene toparladım. Ancak ne yaparsam yapayım ilk günkü gibi olmuyordu. Her gelen gün geçenleri aratnaktaydı... Evin duvarları sarıya kaçıyor artık. Kupanın içi toz, baca ise is ile doldu. Gelse bir temizliğe bakar aslında ama bıraktım öylece.



Yine de bekliyor insan. Her sabah uyanınca heyecan ile koşarak "eve" gidiyorum. Bakıyorum geldi mi diye. Halbuki yağış mevsimi de geldi. Kuşlar da gidiyor vakitleri geldiği için. Onların gidişi "onun" gelişini müjdelemiyor muydu? 

Aslında gerçeğe baktığımızda hiç gelmediği, muhtemelen de hiç gelmeyeceği bir yerde dönüşünü bekliyorum. Yine de her gün güneşin doğuşu ile ufuğa bakıyorum, bulutları görebilme umudu ile. Ve yine her gün eve gidiyorum gelmiştir diyerekten. Kim bilir, belki yarın yine yürüyerek gideceğim. Kısa bir süre sonra ise ayaklarımı sürüyerek... Sonrasında ise, ne bulutu ufukta ne de onu evde göremeyeceğimi bilerek istemeden, zoraki gideceğim, geldiğini gördüğümde ne yapacağımı bilmeden. Ta ki vazgeçeceğim güne kadar. 

Diyeceğim o ki orada duruyor evi. İster istemez ona kalan bir şey ama her şeye rağmen, belki hiç gelmeyeceği o ev, yaşamaya değer, mutlu olacağı bir yer. Her neyse o düşüne dursun, ben  içimdeki laz müteahhit'i susturmak için kendimle hesaplaşayım bi. Bu atıl yatırım öz kaynaklarımızdan ne götürmüş görmek istiyor da... 



28 Ağustos 2015 Cuma

Dostluk Üzerine Birkaç Satır...

İnsan bu, her gün yeni bir şey öğreniyor. Yaşıyoruz, tanıyoruz, seviyor, üzülüyor, hata yapıyoruz. Hayat ise yaptıklarımız ile bir şey öğrenip öğrenmediğimiz konusunda en ufak bir endişesi bulunmayan umursamaz bir öğretmen gibi dersini veriyor. Sınavı da var üstelik, acı-gözyaşı-üzüntü not sistemi ile değerlendirmeli. Bilmiyorum başarılı oluyor muyum ama ben de bu "hayat okulunda" kendime göre bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Kimi zaman ise aldığımız bu ders dostluğumuzu test edecek derecede oluyor.

Bir yerde okumuştum, "Dostlarını tanımak istiyorsan hata yap" yazıyordu. Her ne kadar, dostunu tanımak için böyle sadistçe yöntemlere gerek olmadığını düşünsem de, bu felsefenin düşünürüne buradan bir tebrik sallamayı kendime görev addediyorum.

- Murat!!! telefonumu niye suya attın! 
+ Bir dakika sakin olup nasıl hissettiğinle ilgili şu kısa anketi doldurabilir misin sevgili dostum ^^

Düşünce güzel olsa da, bunu reaksiyona geçirmeden de kefil olabileceklerimiz var hayatımızda. Bunun yanı sıra, yapılan hata ile birlikte karşındakinin ne kadar iyi olduğunu hatta olabileceğini de görüyorsun.(Sadizm karşıtları hadi bunu da açıklayın!) Hata üstüne hata yapıp resmen comboladığında bile durum değişmiyor. Yeri geldiğinde kırılsa bile gururunu bir yana bırakıp seninle ilgileniyor,seni koşulsuz önemsiyor. İşte dostluk denilen şey budur a dostlar! 

Eminim hepimizin çevresinde, "iyi ki hayatımda" diyebileceğimiz birisi veya birileri vardır. Kibirden arınmış, gurur yapmayan, üzüntün ile üzülen, derdini sevincini paylaştığın, candan,sevgi dolu,dosdoğru insanlardan bahsediyorum. Acabaların olmaz o insanla, aklında olan her şeyi konuşabilirsin. Yeri gelir utanmadan saçmalar, yeri gelir pervasızca üzüntünü dökersin göz yaşları ile birlikte. Birlikte vakit geçirmekten keyif alır, zamanın nasıl geçtiğini ise anlamazsın. Diyeceğim şu ki üzmeyelim bu güzel insanları. İnsani ilişkilerin borsa gibi inişli çıkışlı olduğu bu devirde böyle dostları kaybetmemek gerekiyor. (Çıkar ilişkisi kokusu geliyor mu size de?) Bazen istemeden üzüyoruz ama dedim ya hayat okul gibi. Ben ise öğrenen bir öğrenci.

Velhasılıkelam, mekanın veya zamanın ayıramayacağı bizi biz yapan insanlara sahibiz ve bu insanların hayatlarını keşfedilmeyi bekleyen bir dünya gibi düşünebiliriz. Evet dostların birbirinin hayatına etkisi süreklidir ancak, hayatımıza önem değeri daha farklı kategoride olan insanlar da giriyor. Kısacası, belki o dostunun dünyasındaki güneşi sen değilsin. Ancak o güneş batıp dostun karanlığa gömüldüğünde yolunu bulmasını sağlayan kutup yıldızı sensin. 
Biricik kuzey yıldızıma :) 

25 Ağustos 2015 Salı

Yalnızlık Sorunsalı


Yalnızlık ile sürdürmüş olduğum sadakate dayalı istikrarlı ilişkimiz tüm hızı ile devam etmekte. İstikrar ve yalnızlığı bir arada kullandıysam, biraz geniş düşünün, kısa süreli bir olay değil.30 yıldır süregelen bir rutinden bahsediyorum. (İşte istikrar dediğin böyle olmalı aferin oğlüşüme ^^) Aslına baktığımızda günümüzdeki insanların hayatı genelde şöyle devam ediyor. Öncelikle üniversite kazanılır ardından mezun olunup akabinde devlet memurluğu tercihen olmak üzere bir iş bulunur ve hayırlı bir kısmet ile baş göz edilir. Evet burada bohem hippiler gibi "Bize toplumun dayattığı kurallarla yüşümük üstümüyürüz" tarzı laflar etmeyeceğim. Düşündümde artık toplumun dayattığı kurallar ile yaşamak istiyorum lan! Ancak olmuyor okul-mezuniyet-iş prosesindeki tüm adımları harfiyen yerine getirmeme rağmen bir yerde bir hesap hatası oluşmuş durumda. Acaba sorun işte mi diye denemediğim meslek dalı kalmadı. Belki zengin kız fakir oğlan hikayesinden voleyi çakarız diye kasiyerlik de yaptım. Ancak zengin kızların attığı parayı havada kapmaya çalışarak, reflekslerimi geliştirmemden başka bir katkı sağlamadı bana. Sorun işte de değil. Acaba arada bir yerlerde zincir koptu ve ben Dr. Emmett Brown'ın şekil a'da gösterdiği gibi, okul-iş-evlilik çizgisinde bir yerlerde yaşayacaklarımın dışına mı  çıktım?



Tam da doğduğum tarihi gösteriyor iyi mi -_-

Evet bu yalnızlık ile yapacak bir şey bulamayıp kendi kendime blog yazıyorum. Sonraki level; eve kedi alıp, çektiğim resimleri ile facebook kapak ve profil resmimi süslemem. Az kaldı, kedi videoları paylaşıp, gizliden internetten sahiplendirme ilanlarına bakıyorum.

Sonuca gelirsek yalnızım. Durumum kötü değil, aslında çoğu zaman iyi bile sayılabilirim. Konuşuyor, arada bir şeyler yazıyorum. Umut dolu üç noktayla biten cümleler kuruyorum, devamı gelecekmişcesine. Bazı zamanlarda ise cümlelerin ardına nokta bile koymakta zorlanıyorum. En son birisi vardı, ben zorlandığımda nokta koymama yardımcı olabilecek. Ancak o da, soru işaretlerine boğup gitti beni. Kısacası iyiyim. Sağlıcakla.

Gökten üç nokta düştü...

23 Ağustos 2015 Pazar

Krep Bu Kızılötesi Yaralı Müzesi Hareket Edemem

Arada kafama eser işte böyle değişik şeyler yapmak. Bugün ise bu güzel pazar sabahında kemiklerim ağrıyana kadar yatıp keyif yapmak yerine sanki kurulmuş saat gibi erkenden inanılmaz bir krep isteği ile uyanıp akabinde krep yaptım. Ah ne özlemişim o lezzeti... Her neyse, krepli bir rüya sonrası aslında krep'in  hayatımda olmadığını görmenin yarattığı özlem ile yatağımdan kalktım. Yalnızlık başa bela, iş başa düştü deyip kendim hazırlamaya başladım. Tarifin içindekiler arasında bende bir tek süt yoktu. Neyse ki yoğurt var. Sonuçta o da sütten gelmiyor mu mirim? Velhasılıkelam karıştırdım, çırptım, pişirdim. Hamaratımsı? bir beceri ile 10 dakikada hazırladım ve  sonuç; tam istediğim gibi oldu. Yani olmadı... O mucizevi tadı da yoktu yerken ki neşesi de. Sadece oturdum yedim. Sıradanlaştırdığım için özürler dileyerek. 

Yapılması Gereken-Yapılan 

Aslında her yediğimizin bir hikayesi vardır. İlk nerede yedin,ne zaman kiminle yedin. Bezen o hikayenin silinmesi için ise hikayede geçen yemeği yeniden hunharca yemen gerekebilir. Evet dostum bu fedakarlığı yapıp o yemeği yeniden yemen gerekli! Kimi buna çivi çiviyi söker der. Ben ise kısaca "Mükerrer-ül hadise" diyorum. 

Düşündüm de sadece krep'i sıradanlaştırmaya, özlememeye çalışıyorum. Daha fazlası olmadığı için şanslıyım aslında. Hikayesi olan yemekler,anılar artsa hayatın tüm tatları da gitmez miydi? Mutlu olmak güzel ama, derine batmak gibi  bir şey be. Mutluluğun uzadıkça geri dönüşü de , silmesi de bir o kadar zor oluyor. Evet dostum ,bazen mutluluğun fazla sürmediği için de mutlu olman gerekebiliyor. Bu arada gıda zehirlenmesinin belirtileri arasında fazla polyannacılık var mıydı? Ayrıca krep tarifimi merak edenler internetten bakabilir. Tek fark süt yerine yarısı kadar yoğurt koyun. Afiyet olsun.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

O gemi bir gün gelecek

Bir umuttur yaşamak gençler. Hani hayatında olmasını istediğin yeni şeylerin hayalini kurarsın ya durmadan. Heh işte o hayallerinde ne varsa onlar bir geminin içindedir. O gemi bir gün mutlaka gelecek dersin. O gemide ismail abinin çoktan ölmüş babası da olabilir, giden sevgili de, platonik aşk da. Umudunu yitirmeden beklersin. Hayat bu olur ya kimi zaman ise sadece geminin gelmesini istersin. Koşulsuz şartsız kimin , neyin geleceğini önemsemeden. Gelen yok bari giden olmasın diye limanı yakmak üzeresindir çünkü. Etrafına baktığında herkesin bir bekleyeni olduğunu görürsün ancak senin bekleyenin yoktur, onun yerine sen bekliyorsundur. Gelmek bilmeyen gemiyi..