20 Mayıs 2020 Çarşamba

Tozlu Puslu Yazı

Begüm bu blogu sana yazıyorum biliyorsun. Yani çoğu zaman öyle. Bir kaç istisna kaideyi bozmaz sanırım. Eskiden sana yazdığım yazılardan isli, puslu olanları yazar ama yayınlamazdım, nadir yayınladığım bu tarz blogları da zamanla sildim. Ancak bu sefer olduğu gibi yayınlıyorum. Anla beni, bazen hayatımı olduğu gibi anlatmam gerekiyor. Yani ben öyle bir ihtiyaç hissediyorum. Bir nevi kara kutu kaydı gibi düşünebilirsin bu anlatma arzusunu. Ara ara kayıt edilmesi gerekiyor hayatımın. Kara kutularda da böyledir bir kaza anında açıp bakılır hata neredeymiş anlaşılır. Ben de kara kutu olarak burayı kullanıyorum. 

Söylesem tesiri olurdu, sussam gönül razı da... Ne anlatacak kadar çok ne de susacak kadar az oldum Begüm.  Bu kararsızlığı daha da azalarak bozuyorum ben de. Bir suskuntu geliyor böyle olunca da. Tıpkı yıllar öncesi az sonra alınacak küçük bir çikolatanın hatrına sağlık ocağındaki iğne sırasını sakince beklerken karşı duvarda gördüğüm sus işareti yapan hemşire fotoğrafı gibi. Susssssssss. Uzayan s'lerin boğazıma boğarcasına sarılması ile susuyorum. Hayata dair anlatacağım ne çok şey var halbuki. Anlatmak istiyorum derken yanlış anlama, herkese anlatmaktan bahsetmiyorum. Yoksa muhteşem bir bistroda eğlendikten sonra çıkışta dalyarak muhabire cevap veren Ozan Güven gibi net cümlelerim var Begüm. Benim susmamla bu suskunluğumun sebebini huzursuzluk olduğunu düşünüp kendince çözümünü anlatanlar türüyor. Anlatanların kimisi için huzurum armudun sapı üzümün çöpü denkleminden ibaret, kimisi için tasarruf etmek  ve para biriktirmek, kimisi için ise kariyerdi. Onlar konuştukça ben daha çok sustum. Armudun sapını üzümün çöpünü geçin, sevdim mi gözümü daldan sakınmam demedim. Para harcamak içindir, kariyer mutluluk vermez de demedim. Susmalara, söylememelere razı geldim.

Ancak bu suskuntuya dayanamıyor arada sırada mırıldanıyorum. Mırılmırılmırıl. Bazen bir sokak hayvanına bakıp merhaba diyor, bazen batmak üzere olan güneşi selamlayıp, bazen de durakta gördüğüm bir güzele şiir havalandırıyorum. Bazen de ingilizce konuşmayı bilmeyip yabancı muhabirle röportaj yapan taksim amca gibi geveliyorum "Heloğğğ" Sonrasında ise "Anlamadım?" şeklinde dediğimi yüksek sesle tekrarlamamı talep eden sorularla muhatap oluyorum. Halbuki bazen ben de anlamıyorum. Bir şeyler söyler gibi yapıp söylemiyorum, susmaya çalışıp susamıyorum. 

Tüm bu sorulardan sıkılıyor, çölde su kuyusu bulma umuduyla güzel bir şarkı mırıldanarak yol boyu yürüyorum. Yolda geçerken sadece sana değil başka misafirlere de ev sahipliği yapmış mavi kapılı evime denk geliyorum. Toz duman altında kalmış haline bakıyor ve şöyle bir püf desem tüm tozları, yılgınlıkları, karamsarlığı dışarı atabilir miyim acaba diye düşünmeden edemiyorum. Püfffffffff. Çocuklukta televizyonda izlediğimiz domuzların evini üfürerek yıkan kurt aklıma geliyor. Keşke her şey çocukluktaki gibi kolay kalsaydı değil mi? Püf dememizle hayatımızdaki tüm tozlar, isler yok olsaydı. Sanırım çocukluğumda da gündüz kaybettiğim elcik taso veya nesquick içerisinden çıkacak arabanın rengi gibi önemli dertlere düşüyordum. Tüm bunlarla zihnimi yorarken tüm bu tozu dumanı, debdebeyi kendi başına dinmesi için bırakıp çıkıyorum. Yılanların ve akreplerin, maviyi kırmızı olarak görüp ateş zannettiği için mavi kapılı evlere yaklaşmadıklarını öğrendiğimde maviye boyadığım kapıdan... İlk inşa ettiğimde uğursuzluk, huzursuzluk girmesin istedim içeri. Şimdi ise yeni birisi gelip bahar temizliği yapana kadar kaderine terk edilmiş durumda kalacak haline sessizce bakıyorum. 


Evet Begüm, geçen blogda dediğim gibi artık unutmaya başladığım sesinden "Mutlu ol Murat." dediğini hala hatırlıyorum. Ancak mutlu olmak ve mutlu etmek  üzere hazırladığım ve senin de bir kaç sefer yaşadığın o bildiğin mavi kapılı ev artık yok. Tüm bunlar için alınacak çok ders var ama ne kadar süredir ders alıyorum hatırlamıyorum artık. Seninle ilk karşılaşmamda 2+2 denklemini çözemezken ne ara diferansiyel denklemlerle uğraşır hale geldim bilmiyorum. Bitmek tükenmek bilmeyen, her seferinde öğrendiğimden daha zorunu önüme koyan bu derslerden bıktım sanırım. Öğrenmekten ve artık baş edemediğim sorulardan ziyade biraz da takıldığım yerleri birisine sormak istiyorum. Birinin bana öğretmenlik yapıp toplama çıkarma bilmeyen birisine tuğla gibi matematik kitaplarını anlatır gibi sabır ve şefkatle tüm bu baş edemediğim zorlukların, takılmaların çözümünü anlatmasını istiyorum... 

"Öğretmenim, tam bu noktada takıldım, beni benden alır mısınız acaba?"