8 Eylül 2016 Perşembe

Bayram Öncesi Sendromu

Bayramların ne kadar önemli olduğu konusunda seminer alması gereken kimsenin kalmadığını düşünüyorum ya da eski bayramların nerede olduğu konusunda kafa yormamış birisi de yoktur sanırım. İnsanların mutlu olduğu, küslerin barıştığı, insani ilişkilerin had safhaya ulaştığı bir dönemdir kendisi. Bir diğer bakış açısıyla ise insanların mutluluğu bulamadığı şu hayatta mutlu olmaya çalıştıkları ve sonunda ancak kolonyaya bulanıp, ishal oluncaya kadar çikolata yiyebildikleri bir dönem olarak her sene geride kalıyor. Benim için ise biraz daha durum farklı, özellikle mahalle baskısı denilen ve hidropres makinalarını kıskandıracak derecede bir baskıya her sene maruz kalıyorum. Bundan korunmak için ise uzun zamandır bayramlarda traş olmuyor, gömlek keten pantolon yerine, geniş yakalı tshirt ve kot ile gelenleri karşılayıp, "Bu çocuktan bir bok olmaz!" dedirtmek için azami gayreti gösteriyorum. Yani mahalle baskısını alıp tekrar o mahallenin boğazına tıkıyorum! Ancak tüm bu olağanüstü çabama rağmen, memuriyet hayatında olmam, tekrar okula başlamam, iş bulup evlenme için gerekli olan o kulak memesi kıvamına gelmem ve yaşı 32ye dayayıp iyice kaşarlanmam, açıkçası işimi bayramlarda bir hayli zora sokuyor. Ancak yok abi olmuyor işte. Okulu deep freze moduna aldım okumayınca nasıl bitsin? Yaş da elimde değil her 365 gün ve 6 saatte bir artıyor namussuz. Kız mevzusuna hiç girmeyelim isterseniz. Birisini bulduğum gün kızı tuttuğum gibi bu "bayram ekibinin" ortasına atacağım zaten, aslanların ortasına antilop atar gibi.

Özellikle bu kronikleşen gönül işi sendromum ile ilgili kendi içimde yaptığım tahlillerden ayrı olmak üzere dışarı yansıttığım profilde kesinlikle kendime toz kondurmamaya çalışıyor ve genelde şu şekilde gelişen konuşmalar ile muhattap oluyorum; -Kızlara romantik süprizler mi yapmıyorsun acaba muratcığım +O sürprizleri sana yapsam sen bile ikna olursun hakan abi.  Veya şöyle de var -Acaba tanışma aşamasında çok mu hızlı giriş yapıyorsun? -Hayır Aslı teyze +Hmm ozaman acaba çok mu yavaş giriş yapıyorsun? Bonus; +Bu iş neden olmuyor Muratcığım? -Dedenin zkinden olmuyor Hüseyin amcacığım! Bu tarz salak salak sorularla muhattap olan ben ise nacizane tecrübelerimle gençlere öğüt verip, gönül işleri duayeni edasıyla ahkam kesiyor, kızlara köpek çekmeleri için tavsiyelerde bulunuyorum. Sonuçları konusunda kredi çektiren bankaların ufak yazılarla asıl uyarıyı yaptıkları gibi bende ufak ufak uyarımı yapıyorum tabi. Ee ne demişler, dediğimi yapın yaptığımı yapmayın. Yada tam tersi, herneyse. 
Buarada bayram öncesi sendromu beni ikiye kadar ayakta tuttu... Sanırım yatmam şu an için en hayırlısı olacak. 

Dn: Okuyan olursa tekrar yazmaya başlayacağım sanırım belli de olmaz yani. Siz yinede eşe dosta akrabaya gösterin geleceğin dostoyevskisi filan deyin. Takip edin ettirin. Kib. 



7 Nisan 2016 Perşembe

Begümsel Durumlar

Begüm, gönlümün sahibi, yıllarımın katili, güzel günlerimin sebebi. Bugün, yazmakta pek hevesli olup sonra oyuncağından sıkılan çocuk gibi bir kenara bıraktığım blog yazılarım bir anda aklıma geldi. Fark ettim de ne uzun süredir sana yazmamışım. Belki merak etmişsindir, belki de yoluna aklına bile getirmeden devam etmişsindir, kim bilir... Zaten senin özelliğin değil mi arkanda kalanlarla ilgilenmeden "Durmak yok, yola devam" demek. Arkanda yaşanan devasa patlamayı umursamadan slow motion efekti ile yürüyen nikolas keyç gibisin güzel yarim. "Arkamda bir patlamamı oldu!? Neyse şu anki yavaşlatılmış sahnenin tadını çıkarayım en iyisi ^^ ". 
Bendeki hal-i ahval'i soracak olursan, bıraktığından farklı değil, ne yaptığımı ne yapacağımı ve tüm bunların sonrasında ne olacağını bilmiyorum. Yaşanacak güzel günler ve Kuzey Yıldızımın dediği gibi "İlkbahar gibi mevsimi olan dünyada" yaşıyor olmamıza rağmen ben tüm bu yaşanmakta olan güzelliklere gözümü açamıyorum. Nereden geldiğini, neye benzediğini bilmediğim darbelerle sersemlemiş durumdayım. Kör boksör misali havaya yumruk sallıyorum. Hem nereden geldiğini bilmediğin darbelere karşı nasıl gardını alabilirsin ki?! Alamıyorum işte bende. Bu durumda, "Beni öldürmeyen acı, güçlendirir." diyen Nietzsche'ye inat daha da zayıflıyorum. 

Tüm bu yaşadıklarımı bir kenara bırakacak olursak, kısa süre önce, yaşadığım bu ruhsal depdebelerin arasında bir umut ışığı ortaya çıktı. Yani aslında ben o ışık için bir şey yapmadım. Kendi kendine çıkıverdi işte. Bende meraklı bir çocuk gibi, yine korkusuzca ışığa yaklaşıp arkasında ne olduğuna baktım, her zamanki gibi kapı deliğinden polat suretine bürünmüş seni göreceğimi sandım ama bu sefer durum biraz farklıydı.

İşte o yüzden ömrü boyunca defalarca seninle olan ancak senden başka kimseyle ilişki yaşamamış olan ben sanırım bu sefer senden farklı birisi ile karşılaştım. Aslına bakacak olursan, bu sefer ne istediğini bilen, sevecen, ilgili, alakalı, birisine rastladım diyebilirim. Ancak nasıl o ışık kendiliğinden çıktıysa öyle de bir anda söndü benim için. Kim bilir belki, senden başkası ile olamamak üzerine lanetlenmişimdir. Birlikte zaten yapamadığımız konusunu da hiç açmayalım istersen. Kimseye, hiç bir yere uygun değilim sanki. Renkliler ile yıkanmış olan beyaz gibiyim. Şimdi ise ne renklilerle ne de beyazlarla makinaya atılabiliyorum. Çamaşır sepetinin dibinde, benim gibi rengi bulanık birisini bekliyorum, santrifüjlü bir romantizm yaşayabilmek için.

Bu arada bilmiyorum hatırlıyor musun ama en son yanıma geldiğinde bir limon ağacım vardı (Her ne kadar kamkat portakal olsa da sen ona limon ağacı diyordun). Hani bir ağaca yüklenebilecek anlamların misli fazlasını yüklediğim ağaç. İşte o ağaç "biz" gibi büyüyemeden terk-i diyar eyledi. Sanırım bana, "Abi yengenin geleceği yok bana müsaade" dedi. Ee onun dediği gibi yanıma geleceğin yoksa bende kaçıyorum. Öptüm.

9 Şubat 2016 Salı

Galaktik Anadolu Kadını Arayısları

2011 yılıydı sanırım, "Herkesleştin" demiştim sana. İlk kez orada dile getirdim bu sözcüğü hatırlıyor musun Begüm. "Herkesleştin"... Daha önce hiç söylemediğim bir sözcükle karşına çıkmamın etkisini bekleyen beni, şaşılacak kadar sakin ve anlamaz bakışlarla karşıladın. Bu ne demek diye bile sormadın, soruların en basiti olan "nedeni" bile... Normal bir tepki vermekten uzak olan senin yerine, farklı birisini istedigimi evrene yeterince belirtmiştim halbuki. Mesela, bir anda yıldızlardan bahsedecek ve rüyalardan birisi. Hiçbir zaman Jüpiter'e gidemeyeceğimiz için üzülüp, bir kelebeğin peşine düşerek bu üzüntüsünden bir anda sıyrılabilecek birisi. Ama tüm bu evrene gönderilen mesajlardan sonra yine hep kaderime sen düştün Begüm. Ne yapmak istediğini, hatta benden ne istediğini bile bilmeyen sen... 


Hep Anadolu gibi bir kızım olması hayalimden bahsederdim hatırladın mı? Aslında öyle bir çocuk yetiştirecek Anadolu gibi bir kadın hayalinden başka birşey değildi bu isteğim. Anadolu gibi bir yanında soğuk rüzgarlar ve karlar varken bir yanında bahar ve insanın içini ısıtacak sıcaklığı olmalıydı. Karadeniz gibi kıyıları olmalı öfke dolu dalgaları ve beni bir kaç dalga ile boğmaya hazır kıyıları... Bir yani ise ölüdeniz gibi sakin ve güven veren olmalıydı. Kralların ve imparatorların, uğruna yüzyıllarca savaştığı Anadolu gibi olmalı ve İstanbul gibi fatihi tek olmalıydı. Çok şey istemiyorum aslında ama sorun şu ki, nasıl oluyor da bu topraklar kendisi gibi bir kadın yetiştiremiyor? Nirvanaya ulaşmaya çalışan rahipler gibi böyle bir kadın arayıp durdum ama bulunduğum sonuçlarda ve yaptığım tüm sağlamalarda karşıma hep sen çıkıyorsun. 
Üstelik kendimi korumaya imkan da bırakmıyor, Terminator filminde Sarah Connor'ı öldürmeye çalışan robot gibi hep farklı suretlerde karşıma çıkıyorsun. Üstelik yakınlaşana kadar da farkına varamıyorum, gelen felaketin sen olduğunu. Tüm bu olumsuzluklardan sonra seninle yetinmeye çalışan bana düşen ise, yıldızlara bakmayı bilmeyen ve Jüpitere gidemeyeceği için üzülmeyen sen oluyordun. B612'yi saymıyorum bile... En iyi ihtimal senden "selfie uygulaması" cevabını alacağım aşikardı.

Üstelik isteklerim bu denli açıkken, Turgut Uyar'ın Göğe Bakma Durağı'nı sosyal medyada fütursuzca paylaşıp, aksine bir gün olsun göğe bakmayan senin neden karşıma çıkma konusunda bu kadar ısrarlı olduğunu anlayamıyorum. Seni her seferinde bana gönderen evrenin beni yanlış anladığını düşünürdüm ama sanırım evren beni yanlış anlamıyor, ben onu yanlış tanıyorum. Evren sanırım bildiğim gibi sosyalist değil, evren kapitalist, evren acımasız. Her kapitalist gibi ihtiyacım olanı değil, kendi elinde fazla olanı gönderiyor hep. Çünkü kendisi de biliyor; yıldızları izleyip, kelebeklerin peşinde koşan o güzel kadınların ne kadar az olduğunu...