16 Mart 2021 Salı

Hygge

Danimarkalıların mutluluk formülüymüş Hygge. Mutlu olmamı isteyen Kuzey Yıldızım bana bununla ilgili bir kitap hediye edene kadar bilmiyordum. Kitabı okuyunca aslında uzun süredir bu Hygge olayına girdiğimi ve sık sık uyguladığımı fark ettim. Hatta Begüm yanıma geldiğinde de ortamı "Hyggeleştirip" mutlu, sıcak bir ortam yaratmaya çalışırdım. Bir gün kuracağımız sıcacık yuvamızın provasını yapar gibi. Ancak bu benim beyhude çabalarıma rağmen kendisinin pek bir hyggeliğini görmüşlüğüm olmadı. Keşke o lafın orijinali "deveye diken, insana ortamı hyggeleştiren yaranır" olsaymış. Ne yazık ki onun yerine aramızdaki ilişkide "fazla hygge'den maraz doğar" atasözü gerçekleşti. 

Bu gece, yani kendi evimde geçirdiğim son gece, son bir hygge deneyimi gerçekleştirmek için yaşanmayanlara mı yoksa yaşanmış olan bu altı yılın şerefine mi bilmem güzel bir çay demledim. Kimsenin ekmeye bile tenezzül etmediği bir tarlanın ortasında çalıya takılı plastik poşet kadar yalnız, yolun ortasındaki su birikintisinden kaçınılır gibi sakınılan ve kimsenin geçmediği kaldırımda görebildiği kadarıyla önünden geçen monoton hayatı izleyen bir ağaç kadar bıkkın, uzun uzun izledim ilk kez 6 yıl 2 ay 1 gün önce gördüğüm ve çok beğendiğim o anıtı. Artık son kez gördüğümü bilerekten...


Bugün son maaşımı çektim, önüme konulan tebliği imzaladım ve bu şehirden bürokratik olarak ayrıldım. Peki benim iç bürokrasimde bu ayrılığa hazır mıydım? Açıkçası bilmiyorum. Bu sebeple tüm bu bilinmezlikler denizinde geçen devasa süreye dair iç muhasebemi yapıyorum bu gece. Sadece içimde yaşanan değişimler de mavzu bahis değil. Bunca yıl sonra yüzümdeki çizgileri sayabiliyor, tek tük olup görünmesinler diye makas ile kökünden kestiğim beyaz saçlarımı artık saklayamıyorum. Elimde kalanlar ise; yolun yarısındaki bir yaş, 530 trigliserid, 1 kanal, 2 dolgu diş, gidilecek 1108 km yol, 1 adet mutsuz ruh ve son gecem olmasına rağmen henüz toplanmamış 10larca anı. 

Üstelik tüm bu nostalji rüzgarı içinde, geçen bunca zamanın muhasebesini yapıp blog yazarken nostalji kelimesinin Yunanca nostos (eve dönüş) ve algion (acı, ızdırap) kelimelerinden oluştuğunu öğrendim. Kısacası bu son gecemde bir yandan bu eve dönüş hasretlerinde kıvranıyor, bir yandan da zamanın tüm kötü ve ızdıraplı anıları süzgecinden geçirip sütten çıkmış ak kaşık gibi önüme koyması ile uğraşıyorum. 

Bir yandan da hayatıma giren, kıyısından değen, delip geçen kadınları düşünüyorum. Evet, Begümden başka kadınların da kısa veya uzun yaşattığı Hygge anları oldu hatta bir kaçı bu blogda kendine yer buldu ama hepsinin hikayesi tıpkı filmdeki karakterler gibi iyi, kötü veya çirkin bir şekilde son buldu. 
 
Artık burada yapacak bir şeyim kalmasa da, görecek bir şeyim olmasa da sanki birşeyleri kaçıracakmışım ya da bensiz arkadaş grubum buluşacakmış gibi bir hüzün var üstümde. Sanki uyumasam, her saniyeyi doya doya yaşasam bu hissiyat azalacakmış gibi hissediyorum. 

Tüm bu karma karışıklıklar ortasında saat tam 01.53 itibariyle bu yazıma son verip artık bu şehirde yaşanan son anlarımda zamanı tutmaya çalışmayı bırakıyorum. Herşeyden, tüm yıllarımdan vazgeçip son kez uyuyorum bu şehirde. Yüreğimde, yeni hikayemin daha Hygge olması dileğiyle... 


19 Şubat 2021 Cuma

Bir Veda Havası

Selam Begüm. Doğruyu söylemek gerekirse bu yazıyı yazacağım günü iple çekiyordum ve taslağını yıllar önce kafamda çıkarmıştım. Vakit tamamlandığında yazacak ve bavulumu kapatırken "Yayınla" tuşuna basıp, devasa  patlamayı arkasına alıp slowmotion ile yürüyen nikolas keyç gibi poz kesip ufukta doğmakta olan güneşe doğru yol alacaktım. Ancak, tüm bu holivuud usülü fantezilerimi gerçekleştiremedim yarim. O gün aklımda olanları bugün yazamadım. Kim bilir belki de Nikolas keyçlik sana yakışıyordu, benim payıma ise dönüp bakmadığın patlamalar kalıyordu.

Bugün, hiç istemediğimi defalarca söylediğim ama aslında çok istediğim birşeyden vazgeçeceğimi öğrendim. Sanırım buruk mutluluk nedir diye sorsalar  şekil-a  diye şu anki ruh halimi örnek olarak gösterirdim. Bu hissiyata alışkanlık mı demeli yoksa insanın içinde yer alan statükoyu koruma arzusu mu bilmiyorum nasıl tarif edeceğimi. Kısaca hayatta dediğimiz bu kitapta eski sayfayı kapatarak yeni bir sayfayı açmanın dayanılmaz ağrısı var üzerimde Begüm. 

Kapatmak üzere olduğum bu sayfayı bu yazıyı yazmamın tam 6 yıl 36 gün öncesinde, hatta şöyle daha çarpıcı söyleyeyim 2226 gün öncesinde yepyeni şekilde açmıştım önüme. Aslında sayfa değiştirmek hep zor gelmişti bana, uzun yollar ve bitmeyen baş ağrıları yaşatıyordu. Ancak ne olursa olsun, ne tür sancı yaşanırsa yaşansın sonuçta başarmıştım. Teknik resim masasına temiz sayfayı serip, masanın üstündeki kalem koymak için yapılmış oyuğa henüz açmış olduğum kalemleri özenle dizer gibi dizmiştim tüm umutları ve planları önüme. Elbette kolay olmayacağını biliyordum. Bazen duru bir su gibi akacaktı sayfaya çizdiklerim, bazen de bir volkan gibi taşacaktı hatalarım.  Belki de defalarca masanın bir kenarında duran silgime uzanacaktım tüm bu hatalarımı düzeltmek için. Nitekim herşeye hazırdım, elimden geldiğince iyi bir niyetle.

Seni ise tüm bu planların ve umutların içerisinde tam 2190 gün önce görmüştüm. Çatallı sesin ve güzel endamınla hayatımda yeni açtığım sayfaya henüz ilk paragraftan girmiştin. Roman yazmaya niyetliyken vazgeçip şiir yazmak istedim daha ilk dizeden giren senin için. Hiç şiir yazmışlığım da yoktu ama senin uğruna elimden geleni yaptım. Üstelik sadece sen yoktun bir çok güzel hikaye de biriktirdim bu 2226 gün içerisinde(onları da part2'de yazarım artık). Ve sanırım artık sonlanıyor Begüm. Seni ilk gördüğüm yeri, buluşma gününün heyecanından kabız olup sancılar içinde sana açıldığım ve artık kapalı olan kafeyi, işe giderken ayarlayarak sanki tesadüfmüş gibi karşılaşmamızı sağladığım köşeyi ve her sabah akşama kadar vakit geçirdiğim masaya ulaşmak için yarı uykulu girdiğim o çıkmaz sokağı yani sana dair bana son kalanları artık arkamda bırakıyorum. 

Hayata dair en garip fenomenlerden birisi de çocukluk arkadaşlarımızla son kez saklambaç oynadığımızı veya bir insanı son kez gördüğümüzü bilmeden bunları gerçekleştirmiş olmamızdır. Tıpkı çok sevdiğim Karagöl'e son kez gittiğimi ya da son kez Hopa'nın nemli havasını ciğerlerime çektiğimi bilmediğim gibi. Gittim ve son kez yaptım bunları. Tıpkı bunlar gibi son kez yaptığımı bilmediğim  ve tekrar yapmak istediğim sana dair şeyler de olduğu gibi. Tekrar seni Apart'ının önüne bırakıp, beraber yürüdüğümüz yoldan yine yürümeyi, son kez olsun aynı sofraya oturup, her gelişinde rahat edesin diye balkona kurduğum şark köşesinde loş ışıkla aydınlanan yüzünü incelemeyi öyle isterdim ki. Okusan bunları şaşıracaksın biliyorum. Nasıl diyeceksin, bunca yıl, bunca kırgınlık ve mesafe diyeceksin. Ancak düşündüğünün aksine ne seni ne de benliğini istiyorum artık. Sanırım tek istediğim o günlerdeki aşık, mutlu, umutlu Murat'tan başka bir şey değil. Yani bilmiyorum kafam karışık anla işte beni. Yazdıklarımdan analiz et beni yar! 

Yine de ayrılmadan önce son kez Apart'ın önüne gidip, son kez beraber arşınladığımız yoldan küçük prensin çölde su kuyusunu aradığı gibi sallana sallana geçeceğim bu şehri terk-i diyar eylemeden önce. Tıpkı geldiğim gün olduğu gibi yüzü gülen, umut ve mutluluk dolu gibi davranarak tüm bunları son kez yapıp, belki de gerçekleşmemesi en iyisi olan hayallerin ve sana dair anıların üstüne son küreği atacak ve son kez yasını tutacağım Begüm. Bir veda havası eşliğinde... 

Son kez. Hoşçakal iki gözüm. Hoşçakal... 



17 Ocak 2021 Pazar

Dua

Eskiden duanın gücüne inanırdım Begüm. Büyüklerim sürekli dua ederdi benim için. Kimi zaman sağlığım, kimi zaman derslerim, kimi zaman da iyi bir gelecek için. Ben de, böyle kurşun geçirmez koruma kalkanına sahip olduğum için memnun olur, dua için açılan elleri bir güzel öperdim. Ancak bu kalkana fazla güvenerek dua akabinde gelen rehavet ile uğruna dua edilen şeyleri ihmal eder, tıpkı bir duasavar gibi tüm fısır fısır söylenen duaları bir şekilde kendimden uzak tutardım. Yine de bıkmadan usanmadan benim için iyi şeyler olması için dua edilirdi. Annem her cuma akşamı ne olduğunu bilmediğim duayı 50 kere okurdu, gözlüğü burnunun  ucunda tesbihine odaklanmış şekilde. Teyzem eve girdiği an bende nazar olduğu kanaatine vararak elinde bir avuç tuz ile belirir fısır fısır birşeyler söyleyerek tuzu kafamın üstünde gezdirirdi. Bahçede baldırıma saplanan uzun dal parçasını çıkarıp yaranın üstüne soğan basan babaannem de okuyup üflemişti, böyle imkansız bir şeyin insanın başına gelmesine şer gözlerin sebep olabileceğini ekleyerek.

İyi şeyleri getirip, kötüyü def etmek için çok okunup üflendi Begüm.  Okurken de bir yandan "Allah gönlüne göre versin yavrum"  denirdi. "Gerçekten gönlüme göre mi versin istiyorsunuz?" demiyordum o sıralar. Tıpkı onlar gibi ben de bilmiyordum, gönlüme göre istemememiz gerektiğini. Ve şimdi anlıyorum Begüm duaların ne kadar etkili olduğunu ve Haktan birşey isterken ne istediğimizin tam olarak farkında olmamız gerektiğini.

Bu dünya gerçekten kötü bir yer Begüm. Ancak tıpkı zombi salgınında elinde uzun namlulu silahı ile yargı dağıtanlar gibi bu dünyayı güzelleştirmek için dua edenler ve okuyanlar var. Bir de benim gibi okusa da kabul olmayanlar... Tüm o okuduğum dualar nereye gidiyordu bilmiyorum ama okuyunca geçmiyordu Begüm. Ben de geçmeyen her şey için yazdım. Burada görmüyorsun belki ama bil ki çok yazıyorum. Sessizce, tıpkı fısır fısır edilen bir dua gibi klavyeyi tıkır tıkır işleyerek yazıyorum. Anla beni Begüm. Bu da benim dua etme biçimim...