Kaç yıl oldu harbiden Begüm. Kaç bahar geçti, kaç kere yapraklarını döktü ağaçlar, baharın gelme umudu ile. Kaç sefer kuşlar umarsızca güneşin peşinden güneye uçtu, baharda geri gelmeyecekmiş gibi. Hatırlar mısın hayatımızda ilk karşılaştığımızda orta okuldaydık. Seninle aynı sınıfta, ancak farklı şubelerdeydik. Her sabah omuz hizası ile sıraya girer sınıfa gireceğimiz anı beklerdik. İşte o anlar benim için en önemli anlardı Begüm. Sıra sıra dizilmiş insanlar arasında gözlerim seni arardı. At kuyruğu şeklinde bağladığın saçlarını, zarif buğday rengi yüzünü diğer insanların arasında arardım. Ve her gün müdürün elde mikrofon bağır bağır ne anlattığını önemsemeden, insan kalabalığı arasında bulduğum o yüzü kaybetmemeye çalışır, en iyi görüş açısını bulmak için çabalardım.
Bir süre sonra sende beni fark ettin, her tenefüste seni arayan gözlerim, C şubesine girmek için uğraşan benliğim senin dikkatini çekti sanırım. Arada olduğun yerde çaktırmadan eğilip bükülüp beni ararken yakalamaya başladım seni. Sonrasında, bakışmalar ile anlaşmaya başladık. Hiç konuşmaz, tenefüslerde karşılıklı banklara oturur sadece birbirimize bakardık. Birgün mucize gibi bir şey oldu ve bir derste A-B-C şubelerini karıştırıp 3 ayrı grup halinde ders vermeye karar verdiler. O zaman dua etmeyi pek bilmezdim, ondandır ki karnıma ağrılar girerek sınıf seçimini bekledim. Benim seçildiğim grupta olup olmadığını ders anında anlayacaktım ve o gün ders vakti geldiğinde direkt sınıfa gelmek yerine önce diğer iki sınıfa gittim. Seni, bizim sınıfa girip o an görmeme yerine diğer sınıflarda görmeyip umudumu devam ettirme yolunu seçtim. Nefesimi tutarak baktığım diğer iki sınıfta da yoktun. Kesinlik derecesine varan umudun vermiş olduğu aşk ile hızlı adımlarla sınıfıma girdim ve oradaydın. Arkan bana dönüktü, ince bedenin ve kestane renginde saçların ile oradaydın. Rastgele bir yere oturdum, ev sahibi sınıf öğrencisi olmama rağmen yabancılık çekerekten. Yapılan grup seçimleri ile aynı gruba düştük. O kadar mutluydum ki yuvarlak masa gibi yapılan sıralarda oturuyorduk yani genelde yüz yüzeydik hatırlar mısın? Ve aramızda bir şey oldu... "Hiç"bir şey. Konuşmuyordun benimle, ufak kaçamak bakışlar ile bakmak dışında birşey yapmıyordun. Görmüyor muydun nasıl üzgün olduğumu, her hafta bir ders sürelik olan o 35 dakikayı beklediğimi. Sanırım bilmiyordun ki çocukça tüm iletişim çabalarımı cevapsız bıraktın. Uzaktan uzaktan bakıp ortaokulu bitirip gittin. Belki hatırlıyorsundur beni, belki hala aklına geliyorumdur kırk yılda bir olsa da. Ama ben seni hiç unutmuyorum, hatta sen bana kendini unutturmuyorsun Begüm. Ne alaka deme bana! Bazen olur ki hayatına girdiğin insana beklediğinden fazla bir etki bırakırsın. Sen bana, hayatımın kıyısında olduğun sürece değil, kıyısında durup girmediğin hayatımdan çekip gittikten sonra o etkiyi bıraktın.
Bir süre sonra sende beni fark ettin, her tenefüste seni arayan gözlerim, C şubesine girmek için uğraşan benliğim senin dikkatini çekti sanırım. Arada olduğun yerde çaktırmadan eğilip bükülüp beni ararken yakalamaya başladım seni. Sonrasında, bakışmalar ile anlaşmaya başladık. Hiç konuşmaz, tenefüslerde karşılıklı banklara oturur sadece birbirimize bakardık. Birgün mucize gibi bir şey oldu ve bir derste A-B-C şubelerini karıştırıp 3 ayrı grup halinde ders vermeye karar verdiler. O zaman dua etmeyi pek bilmezdim, ondandır ki karnıma ağrılar girerek sınıf seçimini bekledim. Benim seçildiğim grupta olup olmadığını ders anında anlayacaktım ve o gün ders vakti geldiğinde direkt sınıfa gelmek yerine önce diğer iki sınıfa gittim. Seni, bizim sınıfa girip o an görmeme yerine diğer sınıflarda görmeyip umudumu devam ettirme yolunu seçtim. Nefesimi tutarak baktığım diğer iki sınıfta da yoktun. Kesinlik derecesine varan umudun vermiş olduğu aşk ile hızlı adımlarla sınıfıma girdim ve oradaydın. Arkan bana dönüktü, ince bedenin ve kestane renginde saçların ile oradaydın. Rastgele bir yere oturdum, ev sahibi sınıf öğrencisi olmama rağmen yabancılık çekerekten. Yapılan grup seçimleri ile aynı gruba düştük. O kadar mutluydum ki yuvarlak masa gibi yapılan sıralarda oturuyorduk yani genelde yüz yüzeydik hatırlar mısın? Ve aramızda bir şey oldu... "Hiç"bir şey. Konuşmuyordun benimle, ufak kaçamak bakışlar ile bakmak dışında birşey yapmıyordun. Görmüyor muydun nasıl üzgün olduğumu, her hafta bir ders sürelik olan o 35 dakikayı beklediğimi. Sanırım bilmiyordun ki çocukça tüm iletişim çabalarımı cevapsız bıraktın. Uzaktan uzaktan bakıp ortaokulu bitirip gittin. Belki hatırlıyorsundur beni, belki hala aklına geliyorumdur kırk yılda bir olsa da. Ama ben seni hiç unutmuyorum, hatta sen bana kendini unutturmuyorsun Begüm. Ne alaka deme bana! Bazen olur ki hayatına girdiğin insana beklediğinden fazla bir etki bırakırsın. Sen bana, hayatımın kıyısında olduğun sürece değil, kıyısında durup girmediğin hayatımdan çekip gittikten sonra o etkiyi bıraktın.
Daha önce başka bir blog yazımda daha demiştim ya hayatta ilkler unutulmaz, Hislerde de böyledir. Gelen olumsuz duygunun şiddeti ve yoğunluğu ne olursa olsun, o histeki duygu eşiğin düşük olduğundan küçük bir hadise sana bir felaket gibi gelir. Senin bana bu davranışını ihanet gibi düşünmem de bunun nedenidir. Sen gittikten sonra bilmediğim bu "gönül işleri" kategorisindeki duygular konusunda çok yanlış düşüncelere kapıldım. Yanlışları doğru, doğruları yanlış bildiğimi söyleyebilirim. O günden sonra hayatıma giren herkeste gördüğüm kötü özellikleri senin kötü olduğunu kabul ettiğim ama hakkında en ufak birşey bilmediğim karakterine yamadım. Kısacası sana haklı veya haksız bir şekilde bir rol verdim. Ve ondan sonra hep seni aradım Begüm. Seni bulmak için değil, senden uzaklaşmak için seni aradım. Yıllar içinde seni defalarca buldum. Her seferinde farklı bir suret ile karşıma çıktın ama bedenin içinde, hep o kestane renkli saçlarını lastik toka ile bağlayan küçük kızı buldum. "Ben reddederken senin yüzüne bakarsam ağlarım" diyerek beni karanlığa itip msn'den red eden kızda seni buldum. Her gece "iyi geceler" telefonu bahanesi ile ruhumu triplerinle törpüleyip, beni susan konuşmayan bir adam haline getiren, "Üniversite hayatı" yaşamak için beni bırakan, bir Allahaısmarladık demeden damdan düşer gibi whatsapp'daki birkaç samimiyetsiz ileti ile 2 dakikada ayrılan insanda da seni buldum. Dedim ya hayatıma giren insanlarda az veya çok sen vardın.
En son burada bu hayatımın son döneminde de yine ve yeniden sana denk geldim. Ve diyeceğim şu ki, senden bir kez daha vazgeçiyorum Begüm. Her tanıştığım, her içimde sıcaklık uyandıran insanla yaşadığım hikayenin sonunda ne yazık ki yine seni buluyorum. Biliyor musun yıllardır farklı bir insanla tanışmıyor gibiyim. Sanki dünya, karşıdakinin içinden geçenleri merak etmeyen, karşısındakinin ruhunu görmek, sevgiyi hissetmek için hiç bir şey yapmayanlarla yani "seninle" dolu. Küçük prens "Gülünü değerli kılan onun için harcadığın zamandır" der. Bir zaman harcamadan, uğraşmadan aşkı bulmanın peşindesin ve bu anlamsız amaç uğruna sevene sırtını dönmekten hiç çekinmiyorsun Begüm. Hiç merak etmiyor musun? Bu adam her sefer karşıma geldiğinde neden ısrarla ve tamamiyle bana içten davranıyor? Hiçbir getirisinin olmadığını görmesine rağmen. Yada neden tüm kartlarını açık bırakıyor? Blöf yapamayacak hale gelmesine sebep olma pahasına. Ya da neden gizem yaratmak için hiç uğraşmıyor da ilişki oyunlarıyla bir umut ışığı verip geri çekilmiyor? Üstümde hakimiyet kurmaya çalışmayıp gönlümde kendine bir yer arıyor? Hiç soruyor musun kendine? Ben söyleyeyim sevgili, bunlar senin gönlüne giden yollar. Ben senin gönlüne giden yolu aramıyorum, esasında ben sana gelmek istemiyorum.
Kısacası hayata dair daha öğrenmen gereken çok şey var ey sevgili. Evet bana her uğradığında bende hayata dair senden çok şey öğrendim, genellikle insanlardan uzaklaşmayla sonuçlananlardan.
Neyse, bence en azından şimdilik bu kadar begümiloji bilimi yeter bana. Son olarak bana gelirsek, şansımı denemeye devam edeceğim, hayat senin dışında bir insanla beni denk getirinceye kadar. Eminim ki bunca yazdıklarımdan sonra bile tek bir kelime anlamadın. Onun için yine sana kıyamayıp, alta gökten 3 elma düşüren cinsten Mevlana mesnevisi paylaşıyorum. Az bir sevgiye dair şeyler içeren bir yazı oku diye.
Bir gün bir aşık sevgilisinin kapısına gidip kapıyı çalar, sevgilisi içeriden seslenir: “Kim o?”
Aşık cevap verir: “Ey yüce sevgili! Kapına gelen benim, ben” deyince sevgili; “Çekil git kapımdan. Sen daha olgunlaşmamışsın. Bu sofrada hamlara yer yok. Hem bu ev küçük, iki kişi sığmaz.” der.
Zavallı aşık çaresizce oradan ayrılıp. Bir yıl sevgilinin ayrılığına dayanıp dolaşıp durmuş. Bir sene sonra sevgilisinin kapısına gelip, heyecanla yine kapıyı çalmış. Sevgili içeriden :“Kimdir o?”.
Çaresiz aşık perişan bir halde cevap verir: “Ey cana can katan sevgili! Kim o deme boşuna... Sensin sen" diye yanıtlar.
Bu sözü duyan sevgili, "Burası gönül evidir. İki kişi sığmaz buraya!” “Madem benim için kendinden geçip ben oldun, bende senim artık. Gel ey ben gir içeriye!" der.
Biraz daha benleşmeye ihtiyacın var Begüm. Bir gün yine bir yerde karşıma çıkacaksan bunu bil de gel...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder