İlkokulda öğretmenime aşıktım gençler. Her sabah koşa koşa okul heyecanından farklı, o zamanlar anlayamadığım bir heyecan ile okula gelir, bütün ders boyunca onu izlerdim. En dikkatli öğrencisiydim ben, her veli toplantısında dediği kadarıyla. Kestane renkli düz saçları (Evet gençler saçta bu renkten hoşlanıyore) sivri burnu, keskin hatlı yüzü ile bir tanrıça gibiydi benim için. 9 yaşında bir çocuk için sevdiğini etkilemenin pek yolu yoktur. Bende elimden gelenin en iyisini yaparak derslerim ile dikkatini çekmeye çalışırdım. Her ne kadar en başarılısı olmasam da ders konusunda güvendiği öğrencilerinden birisiydim. Benimle ilgilendiğinde çiçek gibi kokusu ile büyülenir hep kendimce "çok basit olmayan" sorularımı sorar benimle ilgilenmesi için elimden geleni yapardım.
Ama ben ne kadar uğraşsam da beğenmediği özelliklerim de vardı. Mesela yazımı hiç beğenmez düzeltmem konusunda sürekli uyarırdı beni. Bu uyarıların yoğunlaştığı bir döneme sömestr tatili denk gelmişti ve hatırı sayılır uzunlukta ödev verilmişti bize. Bende bunu fırsata çevirip yazımı güzelleştirmeye karar verdim. Sabahları kalkar ödevimin taslağını çivi yazısından hallice yazım ile yazar sonrada o yazının tekrarını yazarken her harfin nasıl yazılırsa güzelleşeceğini bulmaya çalışırdım. O 15 gün içinde kalem tutmaktan çocuk ellerim nasır ile tanışmış, hiç oyun için bile dışarı çıkmamıştım. Ve o iki hafta çok hızlı geçti. Öğretmenim yazımı gördüğünde şaşıracak beni tebriklere boğacaktı en azından bütün tatil boyunca bunu hayal etmiştim.
Nitekim tatil bitti ve ilk sabahtan okula gittim. O gün hem okulun ilk günü hemde tatilde yapılan ödevlerin kontrolü ile yapılan ödevlerin ödül ve yapılmayanların ceza günüydü. Sıramda beklerken içim içime sığmıyordu yoklama için güzel sesi ile sesleniyor, sınıfta olan öğrencilerde cevap veriyordu. Sıra ödev kontrolüne geldiğinde heyecan tavan yapmıştı bende. Her öğrenci liste sırasına göre kalkıp gidiyor öğretmene yaptıklarını gösteriyordu. Sıra bana geldiğinde kendimden emin ama bir o kadar heyecan ile kalkıp defteri nazikçe önüne indirip yanına geçtim. Önce kısa bir süre yazılanlara baktı sonra bir şey arar gibi ileri ve geri sayfaları karıştırdı. Yüzünü inceliyordum, şaşkınlık değil daha çok öfke vardı yüzünde. Sonra ne olduğunu bile anlamadan yüzüme yıldırım gibi bir tokat yapıştırdı. "En güvendiğim öğrencimdin utanmıyor musun başkasına ödevini yaptırmaya" diye bağırdı tokatın peşi sıra. İlk kez bana böyle davranmıştı. "Benim yazım o öğretmenim" diyecektim sözüm diğer gelen tokat ile kesilmeseydi. Sonrasında tüm arkadaşlarım önünde nasıl bir sahtekar olduğumdan bahsetti. Diğerlerine göz dağı vererekten.
Sırama geçemedim lavaboya gönderdi beni, tek başıma, girdiğim anda kustum oraya. Hayatımda ilk kez orada oldu bu olay. Okulda gün boyunca kustum hiç konuşmadım. Yapılan onca emeği bilen ve "öğretmenin beğendi mi ödevini" diye soran anneme bile doğruyu söyleyemedim beğendi dedim başka bir şey konuşmadım ve sadece kustum. İçimdeki kötülükleri değil, iyilikleri güzellikleri çıkardım dışarı. İçimde ona dair bir şey kalmayana kadar, ona karşı güzel hiçbir renk, iyiliğe dair bir şey kalmayana kadar artık sindirme olasılığım kalmayan tüm güzel hisleri durmadan kustum..
O günden sonra içime sinmeyen ne varsa kolayına kaçıp hiç uğraşmadan çıkardım içimden. Kusmama neden olanların yüzüne baktığımda, içimde en ufak bir iyilik kıpırtısı kalmayıncaya kadar, acımın kaynağını çıkarana kadar içimde ona dair ne varsa çıkardım. Kaderin cilvesi ya bu sefer ise hazmedemediğim şeyleri içime sığdırmaya çalışıyorum, bu çabama "emek" adını vererekten. Gittiği yere kadar hazmetmeye çalışacağım daha önce hazmedemediğim ve hazmetmek için uğraşmadığım ne varsa. Kısacası dostum, bana oradan bir soda uzatsana.